25 Aralık 2019 Çarşamba

DEĞİŞMEK YA DA DEĞİŞMEMEK..

Beni reel hayatta tanımayanlara ya da tanıdığı halde halen anlayamanlara yönelik nacizâne bir yazı.. ( bir çoğunun ısrarla anlamayacağını ya da anladığı halde işine gelip anlamamazlıktan geleceğini bildiğim halde yazıyorum. Yani nafile aslında !! Suyun üzerine resim yapmaya çalışıyorum ama işte tarihe not düşmek için yazıyorum)

Bir soru sorulduğu zaman soru yanlış ve yanlış olmanın ötesinde saçma olursa, yanlış sorulan sorunun aslında cevabı da olmaz. Mesela ; "karpuzun içi kırmızı renk yerine, sarı renk olsa olmaz mı ?" diye soru olamaz. Zira "karpuz" dediğimiz bitki aynı diğer tüm bitki, hayvan ve insanlar gibi milyonlarca yılda kendi koşullarında evrimleşip son halini almıştır. Bu saçma soruyu elbette zekâsı henüz yeni yeni gelişen beş, on yaş arası çocuklar elbette sorabilir. Ancak böyle ve buna benzer saçma bir sorunun yetişkin biri tarafından sorulduğunda sadece iki şey aklıma gelir :

1) Zekâsının on yaş ve altında biri olduğu
2) Bulaşacak yer arayıp, eğlence arayan biri olduğu..

Başkada bir şey düşünemiyorum..

Şimdi böyle bir girizgâh yaptıktan sonra asıl meseleye gelelim..Evet..Düşmanım bile olsa kişilik haklarına sonsuz saygı duyarım. İftira atmam, ifşa etmem, bok atmam.. Şimdi çeşitli zamanlarda bir kaç kişi sözleşmiş gibi tesadüf ya da değil özelden yazmış ; "Abi sen çok değiştin, neden böyle oldu" v.s. v.s.

Kişilerin kendilerine göre iyi niyetinden şüphem yok. Beni severler ama beni sevmeyin, anlayıpta sevin...Şimdi soru baştan bencilce ve saçmaca başlıyor. Az önce verdiğim "Karpuzun içi neden sarı değilde kırmızı ?" sorusu saçmada olsa en azından masum bir soru. Diğeri ise "değişim"... Neye göre değişim ? Kime göre değişim ? Sizin bencil ve sınırlarını kendinizin çizdiği minicik dünyalarınıza uymadığım ya da gerçekleri ortaya olanca çıplaklığı ile ortaya saçıp sizi hayal kırıklığına uğrattığım için mi ? Değiştiğimi kendinize göre göreceli olarak canınız istediği için mi karar verdiniz ? Galiba öyle...

Görüyorum ki akp'den nefret ederken ona benzemeye başlayan bilinçsiz bir kitle de oluşmuş durumda. Ne yazık ki..

Kusura bakmayın ama bir insan on beş, yirmi sene önce ki düşüncelerini hiç değiştirmeden ya da değişim değilde esnetmeden, geliştirmeden yaşıyorsa o kişi "yobaz" dır. Zira zaman değişiyor, şartlar değişiyor, dünya değişiyor. İnsanların istek ve beklentileri bile değişiyor. Buna rağmen hala bu günün şartlarından dünü, dünün şartlarından bu günü, hatta geleceği sorgulamaya cüret ediyorsunuz..Bu davranışınız yavaş yavaş çürümeyi getirir.. Daha düne kadar savaş meydanlarında birbirlerini boğazlayan insanlar şimdi bunun nedenini sorguluyor ? Çünkü gelişen enformasyon ve iletişim teknolojisi ( internetin ) örneğin sokakta çöp toplayan bir adamın ya da asgari ücretle çalışan bir işçinin de elinde. Şimdi bunların en azından bir bölümü ( ve giderekte çoğalıyor ) "sizin yobaz vıdı vıdılarınızı" saçma vaazlarınızı dinlemek istemiyor ve giderek bazı şeyleri sorguluyor.. Bu kafa yapısıyla akp ve sanki onun tam karşıtı gibi görünen diğer yobazlar ( sadece dini anlamda değil ) zamanın ruhuna yenilecek ve at boku gibi kuruyup, esen bir rüzgârla savrulup gideceksiniz..

Neyi değiştirdiniz ? Neyi geliştirdiniz ? Ülke kaynakları ve ekolojisi 17 yıldır ve çok daha öncesinden ( 1950 lilerden beri ) yok edilirken, sömürülürken neredeydiniz ?

Biz gezi de Taksim de, Kabataşta, Karaköyde bütün alanlarda ağır yaralanma hatta ölüm riskiyle karşı karşıya kalıp, yaşadığımız ülkenin yağmalanmasına karşı dururken, bazıları birasını, çayını çekirdiğini alıp, evinde bizi televizyonlardan izledi...( Sadece Gezi değil, beni yakından tanıyanlar bilir. on, on beş sene öncesine öncesine kadar sürekli bu şekilde riskli legal/illegal protestolarla geçti yıllarımız. Ama bu toplum tarafından yalnız bırakıldık, satıldık !! ) Hesapta hepsi muhalifti, hesapta hepsi akp den nefret ediyordu. Ama işte hepsi iki yüzlüydü ve hepsi bu kötülüklere neden olan sebeplerin asıl kaynağına inecek cesaret ve cüretleri olmayan korkak, vicdansız ve alabildiğine bencillerdi...Çünkü bir yandan muhalifken aslında bir yandan düzenin devam etmesine cevaz veriyorlardı. Hepsi her bayram penceresine Atatürklü bayrak asıyordu. Ama iş sahaya inmeye gelince ortada üç, beş kişiden başka kimse olmuyordu. Gerekte yok. Niye gerek olsun ki ? Nasılsa enayi birileri görevini yapacak ? birileri birasını, çekirdiğini alıp, evinde saklanıp, olan bitenleri izleyecekti. Kenarda duracaktı. Başarılı olsaydık "ki imkâsızdı" hiç utanmadan bu bahsettiklerim kendilerine bir de pay çıkaracaktı.. Kimi işinden olmaktan, kimi ticaretinden, kimi statüsünün zedelenmesinden korktu, korktu ve korktu.. Peki şimdi ne oldu ? belki bir süre sonra yaptığınız işleri bile yapamayacak duruma geleceksiniz. Belki çalışacağınız bir iş yeri ya da artık yapabileceğiniz bir ticaret kalmayacak. Belki bir Suriyeli polis ya da vergi memuru "salamün aleyküm" diye yarı türkçe yarı arapça kaba, saba iğrenç şivesiyle kapınıza dayanacak ve sizinle sırıtarak konuşacak. Hiç utanmayacakmısınız ? Yani kısacası korktuğunuz ve başta tavır koymadığınız için artık her şey çok geç gibi...

Yıllarca bu iki yüzlülüğü ve korkaklığı tekrarladınız ( sadece kastettiklerim için...) ve bu iki yüzlülük ve bencilliği yaptığınız halde bir de hiç utanmadan bir şeylerin değişmesini umut ettiniz. Çürüyen ve komaya giren sistemi her defasında oylarınızla değiştirmeye çalıştınız. Bu bokun içinde hijyen ve temizlik aramak gibi bir şeydi..

Şimdi soruyorum ? Ben bu iki yüzli, bencil ve adi toplumdan nefret etmeyipte ne yapayım ? Siz evde saklanırken sizin semiz kıçınızın muhafazasını sağlamak için mi sahaya ineyim ??

O hayır bay/bayan...sahaya tekrar inerim ama bir şartla...Aynı Fransız devrimi gibi, aynı Cumhuriyet ve Ekim devrimi gibi tüm dünyayı sarsan ve tüm sistemi kökten değiştirecek bir şeylere imza atmaya hazırsanız ve koca götünüzü kaldırıp "varım" diyecek göt, büzük ve yürek varsa ben dünden hazırım. Yoksa küçük oyunlarınızda ve çıkarınıza olacak şeylerde yokum...

23 Aralık 2019 Pazartesi

BSM DEN THOMAS SANKARA BELGESELİ

"Hiç bir ideolojik ve siyasi birikimi olmayan bir asker, sadece potansiyel bir katildir".. Thomas Sankara / Burkina Faso Devrimci Lideri...

BSM/Bağımsız Sinema Merkezinin Afrika'nın Che'si sayılan Devrimci askeri lider Thomas Sankara için hazırladığı Türkçe belgesel beni çok duygulandırdı. Belgesel çok iyi hazırlanmış. Buradan kendilerine teşekkür ederiz...

Not: Ağustos 2019 ' da Thomas Sankara ile ilgili derli, toplu ve oldukça detaylı bilgileri ilk biz vermiştik... >>>   
http://kozalak.freeforums.net/thread/3/thomas-sankara-lkesi-burki-hakkinda?page=1&scrollTo=3

BEYAZ YAKALI ZAVALLI PREKARYALARIN ACIKLI HİKÂYESİNİ BİR DE BENDEN OKUYUN..


bir şekilde çepe çevre saran feci bir sistemle karşı karşıyayız. Bu sisteme de "Kapitalizm" diyorlar. Yalnız bunun farklı ve çok kötü dozları uygulanıyor ülkemizde ve bölgemizde. Ancak bu kötü sistemin, sistem içinde çözümü ya da "insanları sadece ölmeyecek şekilde" idare etmeye çalışmakta bir çözüm değil. Aşağıda bu gün tam da bu konuyla ilgili canlı yaşadığım olay ve diyalogları sizlerle paylaşıyorum.


Her kadar internet bankacılığını etkin bir şekilde kullansamda, ara sıra gişeden sanki gizli bir müfettiş gibi öylesine işlem yapıyorum. Sosyal gözlem yapmak için halkın arasına girip, neler olup bittiğini anlamak lazım.

İşte bu gün x banka şubesinde gişede işlem yaptım. Şimdi genç bankacı adama bir bakıyorum hayatı boyunca erişemeyecegi paraları sayıyor,torbaya dolduruyor, bir bakıyorum saçma sapan soruları papağan gibi soran müşteriye mecburen hiç sinirlendiğini belli etmeden yanıtlıyor. Beklerken bazı müşterilerin sanki mahsustan defalarca aynı soruları sorup, gişede ki adama adeta cinnet geçirtmeye çalıştıklarını gördüm. Müdürün hal ve hareketlerini ( saçma ve gereksiz kaprislerini ) gözlemledim. Düşünsenize ; bu adamın sabahtan akşama kadar saatleri böyle geçiyor. Her gün.. Bu adam mutlu olur mu ve mutlu edebilir mi ? Ne için çalşıyor ? 2.5 - 3bin lira para için.  Bu arada pis moruk Charles Bukowski aklıma geldi : "sabahın altı buçuğunda bir çalar saat sesiyle uyanıp yataktan fırlayan, giyinip zorla bir şeyler atıştıran, sıçıp, işeyip, dişini fırçalayan, saçını tarayan, başka birine büyük paralar kazandırdığı bir yere ulaşmak için trafikle boğuşan ve tüm bunlara sahip olma fırsatı bulduğu için müteşekkir olması istenen biri, hayattan nasıl keyif alabilir?"

Şimdi burası önemli.

Sıra bana geldi. Gişede hayata olan bıkkınlığı yüzünün her halinden belli olan genç bir adam vardı. Gerçekten ona acıdım. Çünkü bir zamanlar hizmet sektörünün en önemli dişlileri olan gümrük ve lojistik sektöründe uzun yıllar çalışmıştım. Ancak benim en azından zamanımın bir bölümü dışarda, bir bölümü ofiste ve depoda geçtiğinden dolayı ne kadar zor ve stresli olursa olsun, bir yandan zevkli yanlarını da hissedebiliyordum. Gişede ki memurun işi ise detayını düşündüğüm zaman gerçekten zordu..

Aramızda ilginç bir diyalog geçti ki, bu diyalog bana adeta bir dejavu yaşattı. Zira nasıl oluyor anlamıyorum ama beni ilk defa tanıyan insanların ezici çoğunluğu ben onlara ilk adım atmadan, yakınlık kurmadan o an kendilerini yakın hissedip bir anda sıkıntılarını bana anlatabiliyorlar ve sanki daha önce beni tanıyorlarmış gibi ve bende sanki onları tanıyormuş gibi oluyorum. Daha detaylı anlatımla ; sanki tüm o sahneyi , diyologları sanki daha önce yaşamış olduğumu hissediyorum ve karşımdakilerde.. Üstelik ben sırada beklerden, benden önce ki işini gören beş kişiyle kesinlikle yakın diyolog kurmadı ve bir kaçı ilede imkân varken..

İşte o diyaloglar...

- "Hoş geldin abi" ( halbu ki benden önce ki müşterilere resmi hitap etti ve bir kaçı ona yakın davrandıysada hiç birine yüz vermedi..)

- "Merhaba, mesainiz oldukça yoğun geçiyor galiba ama olsun masa başı iş ve dışarısı oldukça soğuk"...gibi bir şeyler söyledim..

- Derin bir rahatlama nefesi çekti ve "abi hiç sorma halimiz çok kötü beni buradan kendileri atsalar sevinicem" dedi.. Bankadan kurtulmak için çare arıyorum abi... aynen böyle bir diyalog....( benimle kurduğu diyalog onun için tehlikeli zira hemen arkasında ki kameranın aynı zamanda ses kaydettiğini çok iyi biliyorum ) Ayrıca müdüründe şeffaf camdan ikide bir gişe tarafını dikizlediğini görüyorum..

- "Beni bu semtte daha önce hiç gördünüz mü ? ya da başka bir yerde" diye sordum..

- "Abi görmedim ama sanki bende öyle bir his oluştu. Ama bunun nereden kaynaklandığını bilmiyorum" dedi..( zaman kısıtlı olduğu için kısa sohbeti detaylandırmak mümkün olmadı )

Ancak en son giderken yine yaptım yapacağımı ki zaten beni gizemli bulan kimi insanlar gibi bununda içine  gider ayak bir gizem daha yerleştirdim. İşte o son diyalog..

- Sana gitmeden son bir şey söyleyeyim..

- Buyrun..

- Şikayet ettiğin ve çile çektiğin bu durumdan hep beraber kurtulmamız mümkün..

- O an heyacanlandı  ve "Nasıl, bu nasıl olabilir ki ?" dedi..

- Çözüm ellerinde, yüreğinde ve beyninde. Bir gün bu sohbetimizi hatırlarsan Taksim meydanını hatırla, geziyi hatırla ve Karaköy bankalar caddesini :))

 - Çok zeki bir genç. Güldü, neyi ve neleri kast ettiğimi anladı ve "Abi sadece "Karaköy bankalar caddesi" mevzusunu anlamadım dedi.

- Bende "Sadece onu anlaşılmamak üzere söylemiştim. Anlaman mümkün değildi zira o günlerde anılarımın geçtiği alanların en ateşli yerlerinden biriydi Bankalar caddesi" dedim ve böyle bir miktar giz ile diyaloğumuz bitti..

Not1: Gezinin galiba 4.günündeydik. Karaköy bankalar caddesinde Fındıklı istikametine doğru bir dostumla yaklaşık 8 - 10 kişilik siyah bayraklı, seyyar kolonlardan İspanyol Komünist şarkısı "Ay Carmela" çalan isyancı  siyah bayraklı "Anarko Sosyalist" eylemcilerin arasında kendimizi bulmuş ve onlara barikat kurmak için elden ele kaldırım taşlarını taşımış ve epey güçlü bir tahkimat oluşturmuştuk. Buraya bir miktar yardım ettikten sonra zayıf kaldığı söylenen Elmadağ cephesine gittik ve işte burada kimi yazı ve anılarımda pek çok kez anlattığım elinde baltayla çalıştığı banka şubesinin atm'sini çatır çutur yaran cinnet geçirmiş bankacı bayana ( görev : müdür yardımcısı ) rastladık ve onu kendine ya da bir başkasına istemeden de olsa zarar vermemesi için oradan uzaklaştırarak sırt çantamda depoladığım üç adet kırmızı tuborgtan birini ve bir de sigara uzatarak sakinleştirdik. Genç bayan hayatında ilk defa toplumsal bir isyan ve kalkışmanın içinde kendini bulduğu ve bir savaş/mücadele pratiği yaşamadığı ve bu deneyimsizlikle içinde dağlar kadar biriken kontrolsüz öfke birleşip dışarı çıktığı için malum görüntüler ortaya çıkmıştı...Şimdi bu bankacı gencin o stresli ve üzgün halini görünce gezi de cinnet geçiren o bankacı genç bayanı hatırladım.. :))

Not2: Prekarya nedir ?  bu “yeni” kelime, yeni zamanların toplumsal gerçekliğinin çarpıcı bir yüzünü tanımlıyor: alabildiğine “esnekleşmiş” bir istihdam rejiminde sürekli değişen işlerde, adeta hep geçici bir statüde çalışanlar… düzenli olarak düzensiz işlerde çalışanlar…

bütün dünyada giderek genişleyen bu kitleyi “çalışan yoksullar” veya “güvencesiz işçiler” diye tanımlayanlar da oldu. guy standing, prekaryayı teşhis edebilmek için onların kimliksizliğini göz önüne almak gerektiğine dikkat çekiyor: bir geleceği olmayan ve “toplumsal hafızadan yoksun” işlerde çalışıyorlar… ( PREKARYA YENİ TEHLİKELİ SINIF / İletişim yayınlarından )


Son olarak...

Facebook arkadaşlık listem bin küsür kişilerde.. Kişiler gerçekten çok çeşitli yelpazede.. Bir çoklarının aksine facebook arkadaşlık listem sadece "benim gibi aynı düşünenlerden" değil tüm alanlardan ve bunlardan bazıları çok ama çok varlıklı. Saygı ve Edep sınırlarını aşmadıkça farklı düşüncelere sahip olanları arkadaşlık listemde bulundurmakta bir beis görmüyorum..Bunlardan bir kaçı yurt dışında ve iki kişi de Türkiye de. Normal de şu yazıyı okuması gerekenlerden daha fazla bunlar yazılarımı okuyup, değerlendirmeler yapıyorlar. İster inanın, ister inanmayın ama yine bunlardan bir kaçı bu sistemin kökten değişmesini bilinçsiz fakirlerden daha fazla istiyorlar...Bunlar beni sessizce izleyip okuyorlar. 

Onlara sesleniyorum : "HALA BU SİSTEMİ DEVAM ETTİRMENİN ISRARI VE ANLAMI NEDİR ? SERVETLERİNİZİ NESİLDEN NESİLE AKTARALIM DERKEN GEZEGENİ TÜMDEN YOK EDECEKSİNİZ.. BU ZALİM OYUNU DURDURUN..!! BUNU ANCAK SİZ DURDURABİLİRSİNİZ..!!

Bu son söylediklerimin daha iyi anlaşılması için yine bizzat kendi yaşadığım çok ilginç bir anıyı sizlerle paylaşacağım...  "KANDİLLİ DE BİR AKŞAM" ... bekleyin..

Saygılarımla
Timur Türker













24 Kasım 2019 Pazar

TEOMAN İLHAMİ GÜRE / BEKTAŞİLİK VE MASONLUK

Bektaşi halifesi olan ama aynı zamanda 33.derece Mason olan Teoman İlhami Güre'nin,  Hulki Cevizoğlu'nun proramında ki anlatıları ;

Merhum Teoman bey ilk önce Bektaşiliği anlatıyor ; Dereceleri ; İlk önce intisap edilir. Sonra Bektaşi dergâhında belli bir süre eğitimden sonra Bektaşi babalarının onayı ile "derviş" olunur. Daha sonra "baba" olunur. Sonra ki aşamada "dede baba" olunur.  En son aşamada ise "Halife Baba" olmaktır.

BEKTAŞİLİK NEDİR ?

Bektaşilik, Hacı Bektaş-ı Veli tarafından 13.yy'da Anadolu da kurulmuş, mezhep özellikleri taşıyan bir tarikattir. Hacı Bektaş-ı Veli, Horasandan gelmiş olup, Babaî halifelerindendir. Batıni esaslara dayalı bir tarikat olan Bektaşilikte; Ahilik ve Babailiğin büyük etkisi vardır. Hacı Bektaş'dan sonra Balım Sultan halife olmuştur. Edebiyat ve kültürü ile Türkler'e özgü bir tarikattir. Bektaşilik 2 kola ayrılır ; Çelebiler ve Babagan kolu. Her ikisindede iki çeşit ayin vardır. Bektaşiliğe göre Tevhid'in ( Tanrısal birliğin ) 3 aşaması vardır. İlki telkindir. Burada sâlik şeriat kapısından tarikata girmiş olur. İkincisi Libastır. Burada sâlik, marifet libaslarını giymiş olur. Sonuncusu ise "ahadiyyet" mertebesidir. Burası fenâ-fi'l-hadiyettir. Sâlik için tarikata girmenin çeşitli merasimleri vardır. Bektaşilik aynı zamanda Yeniçerilerin resmi tarikatıdır. not: sâlik = yol, yolcu anlamında..

BEKTAŞİLİK 5 MERTEBEDE GERÇEKLEŞİR

1) MUHİB : Tarikatin içinden kefaletle tarikata yeni giren kişi
2) DERVİŞ : Muhiblerin ikrar vermesi
3) HALİFELİK : Liyakati görülen baba ve dede diye de bilinen sarık kullanma yetkisine sahip olanlar
4) MÜCERRETLİK : Hacı Bektaş'ın yaptığı gibi hiç evlenmeyen liyakatli dede ve babalar bu mertebeye getirilir. Bunların sağ kulajları delinir, küpe takılır. Bunlar kendilerini tarikata adamışlardır
5) HALİFELİK : Tarikatın en üst derecesi olup, çırağ, tuğ, alem ve sofra sahibi olurlar. Ayin-i cemde 40 kurban kesilerek başlarına siyah sarık sararlar, icazetli kabul edilirler ve muhip yetiştirirlerdi.

Bektaşilikte , Alevilikte olduğu gibi 12 imama saygı gösterirler. Bazılarına göre şeriat hükümleri zahir ehline göre olup, namaz kılmaz ve oruç tutmazlar. Alevilik 6.yy da, Bektaşilik 13.yy da ortaya çıkmıştır..

TEOMAN İLHAMİ GÜRE BİYOGRAFİ

Bektaşi halife babası. 1932 Kadıköy / İstanbul doğumlu. Ankara üniversitesi Dil ve Tarih-Coğrafya fakültesi Felsefe bölümü mezunu.  1969 senesinde Masonluğa giren, Teoman bey, 1984 de ise Bektaşiliğe de giriyor ve uzun bir mücadele ve istikrarlı çalışma ile Halife Babalığa kadar kadar yükseliyor. 08 Aralık 2009 hakka yürüdü (vefat) Nevşehir, Hacı Bektaş ilçesinde defnedildi..

YOUTUBE DE , HULKİ CEVİZOĞLU İLE GERÇEKLEŞTİRİLEN PROGRAMIN LİNKLERİ ( KONUYLA İLGİLENENLERİN İZLEMESİNİ  ÖNEMLE TAVSİYE EDERİZ )

VİDEO 1        VİDEO 2


SON OLARAK DÜŞÜNCELERİM

Bektaşilik ve Masonluğu yan yana getirdiğimizde ve düşündüğümüzde, kurumsal olarak bakarsak ikiside farklı kurum ve oraganizasyonlar. Bektaşilik, dini bir mezhep olup, çalışma yöntemleri Batıni ve Ezoterik nitelikler içermekte. Diğeri ise Batı kaynaklı, resmi kuruluşu 1600 lü yıllara kadar giden, daha çok akıl ve felsefe üzerine odaklı. Ancak diyebiliriz ki, her ikisininde kesiştiği nokta; insan odaklı olması, insanı ve doğayı yüceltmesi, evrensel olması, din, dil, milliyet gibi farklılıkları bir olumsuzluk değil, zenginlik olarak görmesi, üyelerini safha safha çeşitli merasimlerle derecelerini yükseltmesi, zaman zaman somut dünyaya önem vermesi, zaman zaman ezoterik özellikler içermeleri ortak özellikleri diyebiliriz. Burada merhum Teoman beyin şahsı üzerinden anlattığımız konu sadece bir örnek olsa bile, aynı Teoman bey gibi bir çok Bektaşi'nin aynı zamanda Mason oldukları bilinmektedir..Bunu bir doğu-batı sentezi olarak görüp, önemsemekte ve olumlu görmekteyiz..

Bu arada her iki kurumun benzer yanlarını anlamanız adına yazımızın başında fotografını yayınladığımız ; "Bektaşilik, Mevlevilik, Masonluk" kitabını okumanızı tavsiye ederiz. Kitap hermes yayınlarında halen satılmaktadır..

27 Ekim 2019 Pazar

29 EKİM CUMHURİYET BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN... !!

CUMHURİYET DEVRİMİ ; DÜNYA'NIN EN İLERİCİ VE AYDINLIK DEVRİMLERİNDEN BİRİSİDİR... !!
CUMHURİYET BAYRAMIMIZ KUTLU OLSUN.. !! //  REPUBLICAN REVOLUTION; ONE OF THE WORLD'S MOST ADVANCED AND LIGHTNING REVOLUTIONS ... !!

HAPPY REPUBLIC DAY


25 Ekim 2019 Cuma

EKİM DEVRİMİ 102 YAŞINDA... !! KUTLU OLSUN !!

Sosyalizm ve Ekim devrimi sadece şu ya da bu adamın, bir ekibin yaptığı iş değildir. Ekim devrimi "İnsanlığın ayağa kalkışıdır" ve deha insan Lenin elbette bu devrime önderlik etmiştir. Rus çarları ve derebeyleri tarafından halkın açlıktan ot yemeğe ve hayvan yerine konulmasının sonucudur bu devrim. Aynı zamanda Çar ve asilzadelere yardım eden halk düşmanı yobaz ortadoks afyoncu Rus Hıristiyan din adamları sınıfını ortadan kaldıran büyük bir aydınlanma ve emek devrimidir. İnsanlığı, toplumları aydınlatan ve ilerleten tüm devrimlerin yanındayız. 102. YILINDA EKİM DEVRİMİ KUTLU OLSUN !! #ekimdevrimi102yaşında #ekimdevrimi #lenin #sosyalizm

14 Ekim 2019 Pazartesi

SURİYE İÇ SAVAŞI ÜZERİNE NOTLAR

422_39_Fotor_Collage
Değerli takipçilerimiz…
Sizler için bu gün yine, diğer yazılarımızda olduğu gibi bu yazımızda da oldukça zor ve hacimli bir konuyu seçtik. Konumuz “Suriye İç Savaşı”..
Suriye iç savaşı, 2011’den bu yana devam eden, içinde çok çeşitli dinamik ve denklemleri barındıran, Dünya’nın süper güçlerinin perde gerisinden çeşitli grupları silahlandırıp, yönettiği, rejim muhaliflerinin içinde bile safların zaman zaman yer değiştirebildiği, çok kanlı ve çok zor bir savaştan öte “kaotik” olaylar zinciridir.
Biz bu yazıda sizlere kronolojik olaylar zincirini sıkıcı ve ezberci bir yaklaşımla sunmak yerine, önce iç savaşın çıkış nedenlerinin köklerinde yatan sebepleri, sonra savaşın seyrini ve özellikle Türkiye ile ilgili olan konularını, son olarak bu savaşta geldiğimiz güncel noktaları siyaset ve ideolojiler üstü tarafsız bir akıl ile sizlere sunmaya çalışacağız..
Bildiğiniz gibi dünyada meydana gelen büyük çaplı siyasal ve askeri olayların tümünün tarihsel kökleri vardır. Olaylar bir anda ve kendiliğinden ortaya çıkmadığına göre, olayları diyalektik bir akılla; sebep/sonuç ilişkileri içinde ele almalıyız. Bu bağlamda Suriye de ki iç savaşın kökleri 1.Dünya savaşına kadar gitmektedir. Hepinizin bildiği gibi 1.Dünya savaşı sonunda orta doğu haritası emperyalist devletler tarafından alelacele “cetvelle” çizilmiştir.
( Bu konuda Orta doğu haritasını çizen Sir Mark Sykes’ın faaliyetlerini araştırabilirsiniz. Tavsiye kitaplar ; “Balfoor Deklarasyonu – Jonathan Schneer”, / “Arap baharında AKP – Hüsnü Mahalli” / “Al Sana Bahar – Hüsnü Mahalli” / “Bir İç Savaşın Anatomisi – Adam Baczko, Gilles Dorronsoro” / “Suriye Savaşı’nın Gizlenen Gerçekleri – Ozan Kemal Sarıalioğlu” => Bu konuda araştırma yapmak isteyenlere özellikle son kitabı tavsiye ederim )
Dünya, 1.Dünya savaşına gelinceye kadar önce feodal sistemden, sanayi devrimi ile Kapitalist sisteme, sonra 1.Dünya savaşı ile birlikte “emperyalist kapitalist” çağa geçmiştir. Batı dünyası daha 1700 ler de Hıristiyanlığın yobaz ve bilimle uzlaşmaz yönlerini törpüleyerek onu toplumu ve devleti yönetme iddiasının dışına atmıştır. İslam dünyası ise bunun tam tersi olarak 13.yüzyıldan itibaren Gazalî gibi “aklı” arka plana atan İslam fıkıhçılarının akıl ve bilim ile uzlaşmaz tavırlarını sahiplenmiş, batı dünyası gibi “reformlarını” yapamamıştır. Bu gün iki dünyanın arasındaki kör göze parmak misali “en muhafazakar dincinin” bile kabul ettiği ( kabul etmek zorunda kaldığı gelişmişlik ve kültür farklılığı buradan ileri gelmektedir ) Buna karşın tüm dünyayı sarsan iki devrim; Rusya da Sosyalist “Bolşevik/Ekim devrimi” ve Türk Devrimi” meydana gelmiştir. İnsanlığın önünü açabilecek bu ilerici devrimler maalesef yıkılmış gibi gözükse bile halen şu ya da bu şekilde etkilerini bu gün dahi göstermiştir. Bu devrimler neticesinde orta doğuda “BAAS” denilen Arap Sosyalist ( daha doğrusu nasyonalist ) yönleri ağır basan ama eski feodal/kabile türü Kraliyet rejimlerine göre değerlendirirsek çok daha ilerici ve aydınlanmacı rejimler kurulmaya çalışılmış, ancak bu rejimler daha gelişemeden sona ermiştir. Bu geriye gidişte Abd, İngiltere ve İsrail gibi ülkelerin dış etkilerinin olduğu kadar, Arap toplumlarının kendi içinde barındırdığı, geriye gitmeye meyilli feodal ve gerici dini yapısı bu aydınlanma ve ilerici atılımların önünü kesmiştir. Hatta diyebiliriz ki toplumların gelişememe nedenleri, kendi içinde barındırdığı gerici , feodal ve gelenekçi değişemeyen üst yapıları, dış etkilerden kat be kat daha güçlü ve etkilidir.
Şimdi günümüzde tüm olumsuzluk ve geriye gidişlerin nedenini “sadece dış etkilere” bağlayan akıl ve bilim dışı bir iktidar bulunmaktadır. Hatta bu konuda sağ olsunlar lügatimize epey kelime kazandırmıştır : Üst akıl, Alt akıl, Faiz lobisi, Amerika, İsrail, Evanjelistler, Haşhaşiler, Geziciler, Ayyaşlar, Eset, Terbiyesizler….liste uzayıp gidebilir ancak aklımızda kalanlar bunlar. Sanırım 1950’li yıllardan beri Allah, Kûran, ezan, bayrak sömürüsü yapan sağ/muhafazakar iktidarlar bir güncelleme yaparak Cumhuriyetimizin kuruluşundan beri özelleştirip, soyup, soğana çevirip, estetikten uzak beton yığınlarına mahkum ettiği, şarbona buladıkları ülkemizi tamamen batma noktasına gelince “bahaneler güncellemesini” yaptılar. Konumuzu çok fazla dağıtmadan Suriye iç savaşına gelirsek, bu iç savaşın güncel, bilindik ve kısa vadede gelişen nedenleri olduğu gibi, tarihin derinliklerinden gelen yadsınamaz nedenleri de bulunmaktadır. Biz bu köklü nedenleri açıklamaya çalıştık. Şimdi gelelim güncel nedenlere..
SURİYE’NİN TOPLUMSAL YAPISI
Suriye de yaşayan insan toplulukları ; Nusayri Alevi Araplar, Sünni Araplar, Ezîdi Kürtler, Sünni Kürtler, Sünni/Şii Türkmenler ve daha az yoğunlukta çeşitli etnikten ( Lübnanlılar, Çerkesler, Ermeniler gibi Hıristiyanlar..)
Yandaş basın, medya ve internet sitelerinde Suriye de “Nusayri/Alevi” ağırlıklı bir yönetim olup, bunların diğer inanç ve etnik gruplara ağır bir baskı uyguladığı yazılıp, çizilse de bu gerçeği yansıtmamaktadır. Örneğin Suriye de sünni olup Bakanlık yapanlar, hem sünni, hem Türkmen olup, Suriye ordusunda generalliğe kadar yükselen çeşitli etnik ve dini inanca sahip olan bir çok insan mevcuttur. Yazımızı gereksiz ayrıntılarla boğmamak için bu insanların tek tek isimlerini yazamıyoruz. Ancak detaylı araştırmaya meraklı ya da yazdıklarımıza itimat etmiyorsanız, bu bahiste ki detaylı araştırmalarınız sizi aynı kapıya çıkaracaktır. Kısacası Suriye de dini, mezhepsel ve etnik bir takım sorunlar var ise de bu farklılıklar beş yüz bin insanın yaşamını yitirmesine neden olabilecek derecede sorunlar değildi. Ancak bu sorunlar isyanın patladığı 2011 yılına kadar içten içe kaşınmaya başladı. Aslında hangi din ve mezhepten olursa olsun tüm Suriye halkını ilgilendiren somut bir gerçeklik olan “ekonomik sınıfsal” sorunlar hasır altı edilerek soyut ve saçma kavramlar üzerinden insanlar birbirine düşman edildi.
Suriye’nin Baas rejimi hariç bir yönüyle de ülke olarak toplumsal yapısı biraz bize benzer. Nasıl benzer ? Suriye iç savaş öncesi, diğer Arap ülkelerine nazaran daha modern, daha seküler, çeşitli dinlerin ve etnik toplulukların en azından son yirmi yıldır önemli bir sorun yaşamadan bir arada yaşadıkları bir ülkeydi Suriye. Bu konuda pratik bilgi olarak bir sahil liman kenti olan Lazkiye kentinde dolaşma imkânı bulan gemici bir arkadaşımın iç savaş öncesi ( 2009 yılının Temmuz ayı izlenimleri ) ; “Lazkiye çok güzel bir kent. Sahili ve alt yapısı çok güzel inşaa edilmiş. Sahil boyunca bir çok içkili bar ve restoran var. Sahilde başı kapalı ve kapalı olmayan yerli insanlar ve turistler aynı Türkiye de ki gibi rahatça dolaşıyorlar. Çarşı oldukça kalabalık” şeklinde izlenimlerini anlatmıştı. Ayrıca yine savaş öncesi başkent Şam’a ve diğer kentlere giden tanıdıklarımın izlenimleri aşağı yukarı aynıydı. Kısacası 2011 iç savaş öncesi bölgesinde diğer Arap ülkelerine nazaran giderek gelişen, ağır, aksak olsa da, öyle ya da böyle demokratikleşme ve toplumsal olarak bir takım reformlar yapmaya başlayan, ( önceden vatandaş sayılmayan Kürtlere vatandaşlık, seçme ve seçilme hakkı verilmesi gibi…Bu size göre komik gelebilir ama bu o ülkeye ve o ülkenin şartlarına göre düşündüğümüzde önemli reformlardı..) Tüm bunlara ilaveten Türkiye ile ilişkilerini ve ticaretini çok yüksek seviyelere taşıyan bir “SURİYE” vardı..Bölgesinde barış ve dostluk içinde gelişebilecek iki ülkede tuzağa düşürüldü. Bu gün Suriye iç savaşında tahminen 500 bine yakın insanın yaşamını yitirdiğini, bir milyondan fazla insanın sakat kaldığını, beş milyona yakın insanın başta Türkiye olmak üzere çeşitli ülkelerde mülteci olarak yaşadığını, Suriye’nin neredeyse tüm şehirlerinin taş devrine döndüğünü görmekteyiz. Peki bir soru soralım ? Tüm bu olan faciaların Türkiye’ye ve bölgeye faydası ne oldu ? Ben özellikle Neo-Osmanlıcı/İhvanist Akp’lilerden bu sorunun cevabını bekliyorum. Sanırım sade bir vatandaş ve insan olarak bu soruyu sormaya hakkım ve hukukum fazlasıyla var.
MISIR İHVANİZMİ’NİN TÜRKİYE VE SURİYE İÇ SAVAŞINA ETKİLERİ
Değerli okurlar
Şimdi o zaman kendi, kendimize bir soru soralım ve cevaplayalım..
Akp’nin Suriye de ki iç savaşta resmen taraf olup, Suriye resmi devleti dururken Ilımlı / Ilımsız denilen, bin bir türlü isim alan, ne idüğü belirsiz, dünyanın çeşitli bölgelerinden gelen insanlık düşmanı profesyonel katil sürülerinin de içinde bulunduğu muhalif denilen çeşitli illegal örgütlere canla, başla verdiği destek ne içindi ? neden böyle bir yola başvurdu ? Hatırlayınız bu isyan Suriye de 2011 Martında yoğunlaşmadan önce gerek CHP milletvekilleri, gerekse mecliste olmayan bazı partiler, yandaş olmayan tüm sivil toplum kuruluşları, muhalif sosyal medya v.s. bağıra bağıra buradaki ateşe benzinle gitmenin çok büyük facialara neden olabileceğine dair yapılan konuşma, makale, paylaşım v.s. dün gibi hatırlamaktayım. Bu nedenle akp bu faciada net bir şekilde suçludur. Ayrıca gerekli tepkiyi göstermediği için toplumda suçludur. Şimdi gelelim bu desteğin köklerine..
Türkiye’de Nurcular gibi muhafazakâr/islamcı pan-sünnist cemaatler her zaman var olmuştu zaten. Ancak 1990’ların başında bunlardan farklı olarak Necmettin Erbakanın partisine girip yuvalanan, çok daha tehlikeli ve radikal bir grup ortaya çıkmıştı. Bunlar kendilerine “Tevhid”çi diyen Mısır da 1960 yıllarda şeriatçı bir isyana kalkışıp idam edilen “Seyyid Kutup”, “Hasan El Benna” ve Hindistan da faaliyet gösteren “Mevdudi” denilen, bulundukları toplumlarda fitne ve iç savaşlar çıkaran yobaz din adamlarını kendilerine rol model, örnek alıyorlardı. Hatta internetten kısa bir araştırmayla bu üç meczup yobazın Sultanbeyli ve Ümraniye gibi kimi semtlerde cadde ve sokaklara isimlerinin verildiğini görürsünüz. Zamanla bu radikal görüş “tevhid vakıfları” ve çeşitli yardım kuruluşları adı altında kök salmaya başlamıştır. Tüm bunlara ilaveten dünya “İHVANCILARI” çeşitli cihatçılar arasında küresel koordinasyonu sağlayacak “RABITA” isminde üst koordinasyon örgütü kurulmuştur. Atatürkçü, aydın gazeteci Uğur Mumcu, “RABITA” isimli kitabı yazdıktan sonra aracına konulan bomba ile öldürülmüştür. ( Benzer yazarlar aşağı yukarı aynı yıllarda peş peşe öldürülmüşlerdir / Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Necip Hablemitoğlu gibi… ) Hiç birisinin failleri bulunamamıştır. Yani kısacası bu gün Suriye de, rejime karşı ölümüne çatışan muhalif grupların başında gelir “İHVANCILAR” . Ancak İhvanistler, ortaya çıktığı Mısır da tüm hatlarıyla devrilmiştir. İhvancıların Türkiye ayağı diğer islamcı grupları ekarte ederek deyim yerindeyse bu camiada “dominant’ olmuştur. Ancak her ne kadar cia’nın ve büyük devletlerin desteğini alsada aynı güçler “kullan/at” mantığı ile işleri bittiğinde, örneğin hareketin ana gövdesinin bulunduğu Mısır da bir başka Amerikancı general Sisi’nin darbesi ile ( Mısır halkıda destek vermiştir ) iktidara bir daha dönmemek üzere uzaklaştırılmış, İhvancıların başta Mursi olmak üzere ileri gelenleri hapse atılmış, direnenleri çatışmalarda öldürülmüştür. Mısır da İhvancıların yenilgiye gittiği günlerde ki haberlerin arşivlerini araştırırsanız bu günkü iktidarın ve islamcıların Mısırda ki İhvancılar ve Mursi için nasıl yırtındıklarını görürsünüz. Bu gün Mısır da bu örgütle simgeselleşen malum dört parmak simgesini yapmak dahi yasaklanmıştır. İhvan örgütü bu gün dünya çapında terörist ilan edilmiştir. Türkiye de ise devletin tepesinde ki kişiler tüm hatlarıyla çökmüş bir hareketin dört parmak el simgesini çaresizci devam ettirmeye çalışmaktalar..
Kısacası Mısır da tasfiye edilen İhvancılar, Suriyede çıkan iç karışıklıktan faydalanıp, Mısırda elde edemedikleri pan-sünnist İslamizasyonu Suriyede sahneye sürmeye çalıştılar. Ancak sadece İhvancılar değil, dünyadaki çeşitli renkte pan-sünnist İslamcılar, dünyanın her tarafından buraya gönüllü olarak rejimle savaşmaya geldiler ancak hepsi küresel güçlerin çok kötü tuzağına düştüler. En başta Rusya’nın rejime bu yoğunlukta yardım edebileceğini düşünemediler. Arap baharındaki Libya ve diğer yerlerdeki lehlerine olan gelişmelerin sarhoşluğuna kapılan cihatçılar, hem kendilerini, hem de bu olaylarla hiç ilgisi olmayan yüz binlerce insanı ölüme sürüklediler.
Kimi Akp’lilerin Sosyal Medya da Suriye üzerine yaptığı en saçma yoğunluklu yorumlardan biri ; “Suriye yıllarca bölücü terör örgütünü Bekaa vadisinde besledi. Ohh şimdi iyi oldu” / Cehalet dolu bu yoruma yanıtımız ;
Diplomasiden, uluslararası ilişkilerden, akıl ve izândan yoksun bir yorum bu. Devletlerarası ilişkilerin, insanlar arasında ki gibi kin gütmeye, ebedi dostluklara ya da ebedi düşmanlıklara dayandığı yanılgısında olan; hasta, şizofrenik bir bakış açısı.
Bildiğiniz gibi Suriye de terör örgütünün başı ve yönetim kadrosunun 19 yıllık macerası 1998 senesinde Org.Atilla Ateş’in Reyhanlı sınırında verdiği kesin ültimatom sonucu sona ermişti. Bu tarihten 2 yıl sonra şu anki Suriye devlet başkanı Beşar Esad’ın babası 2000 yılında vefat etmiş, oğlu yerine geçmiştir. Artık o tarihten sonra Suriye de tek bir militan, irtibat bürosu v.s kalmamıştır. Beşar Esad babası yerine tam tersi bir politika izlemiş, Türkiye ile adeta yeni bir sayfa açmış, ticaret hacmini kat be kat arttırmıştır. ( not: 2000 yılı öncesi 10 yıl ve 2000 yılı sonrası 10 yıl Türkiye / Suriye ticaret hacmini rakamsal karşılaştırabilirsiniz. Devasa olumlu bir fark var ) 2000 yılı sonrası Suriye sınırında Türk malları dolu tırların görüntüleri, rakamlar her şey mevcut. Bu nedenle ayrıntılara girmiyoruz. Diyebiliriz ki Suriye’nin gıda ve tekstil ithalatının o dönemde %50 ye yakını, belkide daha fazlasını Türkiye’den temin ettiği bir gerçektir. Peki şimdi elimizde ne var ? Türkiye’ye mülteci olarak giren ve üreyen 3.5 milyon insan var. Bunların önemli bir bölümü Suriye’nin yerlisi bile olmayan, beyni yıkanmış teröristler, bulaşıcı hastalıklar taşıyanlar, topluma faydası olabilecek belli bir niteliği olmayan vasıfsız insanlar, hırsızlık yapanlar, ucuz iş gücü sağlayarak Türkiye’nin yerli emekçilerinin yerine geçip kayıt dışı çalışıp, zaten var olan işşizliği arttıranlar, kısacası rehabilitasyonu ve topluma geri kazanımı çok zor olan insanlardan oluşan, kalitesiz bir insan yığını var. Suriyeyi istikrarsızlaşmanın bedeli budur ve bedeller ödenmeye devam ediyor.
TÜRKİYE – SURİYE ARASINDA Kİ TİCARİ İLİŞKİLER
Dipçe: Türkiye ve Suriye arasında ki ticaret hacmini 2001 öncesi ve sonrası anlayabileceğiniz belli başlı internet siteleri…
Dipçe: Özellikle dergipark’ın Suriye konusunda ki tarihsel ve ekonomik bilgileri çok faydalı…
Yazının başından sadece buraya kadar olan bölümü okuyan tek bir akp’ li var ise; ( varsa da okuyabileceğini , okusa da, okuduğunu anlayabileceğini ve bunu isteyebileceğini hiç sanmıyorum ama.. ) yani daha tüm bunlara rağmen “SURİYE DIŞ POLİTİKASI” konusunda akp/devletinin hata ötesi hamlelerinin iç yüzünü anlamıyorsa, gereksiz olan son nefesine kadar zaten hiç bir şeyi anlayamayacaktır.
TÜRKİYE – SURİYE DEVLET LİDERLERİ NEZDİNDE SAMİMİ (!) İLİŞKİLERDEN KARELER
129104_Fotor_Collage.jpg
S O N U Ç
Sonuç itibariyle Suriye iç savaşına hangi taraftan, hangi ideolojiden ve hangi inançtan bakarsanız bakın, iç savaşın getirdiği yıkım ve ölüm dile getiremeyeceğimiz korkunç boyutlara ulaşmıştır. 500 binden fazla insan ölmüş, yaklaşık 5 milyondan fazla mülteci ağırlıklı Türkiye olmak üzere çevre ülkelere mülteci olarak dağılmışlardır. Suriye iç savaşının Türkiye ye sadece ekonomik maliyeti bu gün 6 milyar doları aşmıştır. Kabul edin ya da etmeyin bu önemli değil ; Suriye toplumsal kaynamasının bir iç savaşa dönüşmesinde Başta ABD, İsrail olmak üzere Türkiye, Suudi Arabistan, Ürdün gibi ülkelerin direkt etkisi vardır.

 

Copyright © 2009 FOR GOOD PEOPLE All rights reserved.
Converted To Blogger Template by Anshul Theme By- WooThemes