21 Ekim 2018 Pazar

SİYASAL İSLAMCILARIN KİTLE AJİTASYONU VE MANİPÜLASYON YÖNTEMLERİ



Değerli okurlar..
Son yıllarda, özellikle orta doğu bölgesinde dini inançlar üzerinden geliştirilen,  son derece yoğunlaşmış bir şekilde çok feci ve insanlık dışı olaylara şahit olmaktasınız. Bunları da çoğunlukla basın ve sosyal medya üzerinden görmektesiniz. Şimdilik ülkemiz de, kimi orta doğu ülkelerine benzer bir şekilde sıcak bir toplumsal çatışma ortamı bulunmamakta. Bunun nedeni de toplumsal ve kültürel yapımızın orta doğu ülkelerine benzer bir ortamı beslememesidir.  Ancak bununla beraber, elimizde ki bu sosyal veri bize bu konuda hiç bir garanti vermiyor. Şöyle ki; şu anki baskıcı, muhafazakâr, nobran siyasi yapının, daha uzun zaman iktidarda kalması halinde buna benzer hadiselerin olmayacağı anlamına gelmez. Hatta olabilirliği çok yüksek diyebilirim.
Öncelikle şunu önemle ifade etmek isterim ki, yazımızın esas amacı, retorik bir biçimde milyonlarca insanın inandığı bir dini tam cepheden eleştirerek onların düşüncelerini değiştirmek  ya da kitleleri bir şekilde manipüle eden siyasal islamcıların yaptığı gibi bir amaç ve iddiayı taşımıyoruz. Konumuz insanların, neye, ne şekilde inanıp, inanmayacağı değil, konumuz “müslüman ülkeler içinde kullanılabilirliği çok rahat olan soyut, dini kavramların siyasete alet edilerek, kitlelerin afyonlanması ve insanların filmlerde ki olmasa da bir tür yaşayan zombiye çevrilmesidir”…
Maalesef günümüzde bu konu kısa geçmişte, örneğin; yirmi sene önce de, şimdi de hala gündemi meşgul etmektedir.
Peki, bir bölüm kitleyi sağlıklı düşünmekten alıkoyan ve yaşamının tüm hatlarını dogmatik inançlara göre düzenleme gereğini dayatan hastalıklı düşünceler kişi ve kitlelerde nasıl bu kadar etkili olabilmektedir ? Şimdi bunu maddeler halinde çok fazla detaya girmeden açıklayalım :

  • Kişileri ve kitleleri zayıf ve dar bir sosyal çevreye hapsederek, her gün, her saat, her dakika mensup olduğu din, mezhep, tarikat, soyut ve sofu inançlarla bilinç altı bombalaması sağlamak ve bu bilgi ve dar çevrenin haricinde her bilgiye ve çevreye ulaşmasını engellemek. Bunu sağlamak için çeşitli yurt, dernek, yardım kuruluşları ve vakıflar kurarak, büyük şehirlerin dışından üniversiteyi kazanan fakir öğrencilere çengel atarak onlara barınma ve ders verme imkanlarının sağlanması ve akabinde beyin yıkama faaliyetlerinin hızlanması ve sonunda kişiyi tam olarak kurdukları zombi organizasyonuna dahil ederek, tahsil sonrası yeni görev yüklemelerinin yapılması.

Dipçe: Kişi her ne kadar anlamını bilmese bile pek çok tarikat ve dini cemaatin kişiye tavsiye ettiği, bilmem kaç sayı tekrar edilen “ZİKİR” denilen ibadet, beynin “mantık” bölümünü tıkayarak kişinin “somut” ve gerçek dünya ile ilgili sağlıklı düşünebilmesini tamamen engellemektedir.

  • Sürekli olarak kişi ve kitlelere sistematik yalan söylemek ( Hitler’in propaganda bakanı Göbbels yöntemidir ) ve bunu da hedefe giden kutlu yolda “mübâh” görmek. Hatta vergi kaçırmak, daha ileri gidelim yolsuzluk yapmak. Ama nasıl olur diyeceksiniz ? Bunları Türkiye Cumhuriyeti ve tüm kurumlarını “kâfir” sayarak , yani “dar-ül harp” dedikleri ( Müslüman olmayan ülkelerde yaşayan dincilerin, o ülkelere verdikleri isim: Darül Harp ülkesi/ yani şeriat hükümlerinin olmadığı, tağut yer ) sapkınlığı müritleri arasında bilinçlere işleyerek yapıyorlar. Burayı anlamanız için biraz açalım. 1990 larda soğuk savaşın bitip, Sovyetlerin çöküşüyle birilikte, başta ABD ve bazı ülkelerin istihbarat servislerinin desteğiyle, siyasal İslamcılık karanlığı dünya da hiç olmadığı bir ivme kazandı. Türkiye de yerleşik ve bilinen sünni tarikatlardan farklı olarak ( yani Maturidi ve ehli sünnet denilen 4 mezhep ) ekolünün dışında Suudi/Mısır kaynaklı “Vehhabi/Selefi” denilen ( bu günkü kafa kesici İşid’in benimsediği türden bir İslam ekolü ) ortaya çıkmaya başladı. 1990’lı  yıllarda Refah partisinin de içine yuvalanarak Türkiye de kendine yaşam alanı bulmaya başladı. Hatta bu konuda bir miktar başarılı oldular ki, belediye seçimlerini kazandıkları Dudullu, Ümraniye ve Sultanbeyli de bu insanların bulunduğu getto/banliyö semtlerinde elli yıllık cadde ve sokakların isimleri, bu insanlara esin kaynağı olan “Seyyid Kutup ( Mısır da1970 li yıllarda büyük iç karışıklık ve isyana neden oldu )  Mevdûdi ( Pakistanlı ulema ) ,  Hasan el-benna ( Mısır/Müslüman kardeşlerin ( İhvan-ül Müslimin ) kurucusu/terörist ) bu kökten dinci insanların isimleri verildi.  Bu arada işte o yıllarda ( 27 Şubat 1997 de ) Tuğgeneral Doğu Silahçıoğlu’nun bu gerici tehlikeyi görerek tankları Sultanbeyli de yürütmesi, Sultanbeyli meydana Atatürk heykeli dikmesi gibi ilerici bir refleks gösterdi. Bu komutanla aynı siyasi görüşte olmasanız bile, ilerici ve ön görülü hareketinden dolayı doğru ve yerinde bir manevra yaptığını bu güne bakınca görmekteyiz.  Bu gün hala bu terörist isimler, bu ilçelerin cadde ve sokaklarında fiziki ve resmi olarak bulunmaktadır. Ancak ne var ki Türkiye de ki en sofu/yobaz dediğimiz tarikat ve dini ekoller bu yeni taban bulmaya çalışan “Vehabist/İhvanist” ekole karşı olmuşlar ve bunların önde gelen temsilcilerinden “IŞIKÇILAR” ( Hakikat kitap evi, İhlas yayınları, Tgrt / Enver Ören’in başını çektiği grup ) bunlara şiddetle karşı çıkmış, buna benzer diğer Sünni tarikat ve cemaatlerde aynı şekilde bu yeni ekole karşı çıkmışlardır. Ancak sonuç itibariyle bunların hepsinin; çağdaş yaşam düşmanlığı, kadına baskıcı ata erkil bakış açıları, Cumhuriyet ve kurucularına bakış açıları, kendilerini bilim ve tekniğe değil, bilim ve tekniği 1400 yıl önce gökten indiği varsayılan bir takım metinlere uyarlamaya ve güya barıştırmaya çalışmaları, işte bu ve buna benzer çelişkilerin hepsi sonuç itibariyle “siyasal İslamcıların” ortak özellikleridir.

  • Kişi ve kitleleri sürekli “Cennetle” avutmak ve bunun tam terside “cehennem” ile korkutmak. Bu yöntem ile mevcut muhafazakar/dinci devlet ya da devletler ve hatta terör organizasyonları gerektiğinde rahatlıkla ölüme gönderebilecekleri militanlarını ve kitlelerini beyin ve bilinç yıkama yöntemiyle cephelere ve çatışmalara sürüklemektedir. Misal; ülkemizde doğu ve güney doğu bölgelerinde 1984 beri devam eden terör olaylarında yaşamını yitiren gencecik askerler için “şehit” deyip, şehitliğe dair birkaç söz söyleyerek adeta insanların gerçek fizik ve  bireysel değeri tamamen görmezden gelinmektedir. Ancak her nedense, hiç bir bürokratın, hiç bir iş adamının oğlu, bu yüksek riskli bölgelerde askerlik yapması şöyle dursun, bedelli askerlikle birlikte, üstelikte en güvenli yerlerde güya askerlik hizmetini tamamlamaktadır. Halbu ki yapılması gereken,  sorunların ana kaynaklarına inerek, çatışmaların ülke bütünlüğü ve tüm halkı kapsar şekilde sona erdirilmesini sağlamaya çalışmaktır. Ancak bu yapılmamakta ve geride kalan ailelere : “çocuğunuz cennete gitti” denilmektedir. İşte siyasal İslamcıların ve muhafazakârların ahlâkı ve vicdanı budur.

  • Siyasal İslamcılar ve muhafazakâr insanlar, dinin hükümlerinin asla hiçbir şekilde değişemeyeceğini, son din olduğunu, “bu dinin yayılması gerektiğini” , dinin, bilim ve tekniğe değil, bilim ve tekniğin dine “uydurulması” gerektiğini şiddetle savunur. İşte bu zaten siyasal İslamcıların ana çelişkilerinden birisidir. .

  • Siyasal İslamcılık insanlık ve toplum için bir virüs, bir trojen, Truva atı gibidir. Emperyalist devletlerin elinde en maliyetsiz savaş ve yıpratma aracıdır. ABD , yakın zamanda Vietnam, Küba, Irak ve daha bir çok askeri operasyonunda bildiğimiz ordular arası bir yenilgi almadıysa bile, gerek bizim bilmediğimiz kayıpları, gerekse savaşın maliyetinin çok yüksek olması nedeniyle 20.yüzyılın ortalarında “vesayet savaşları” dediğimiz, kendi içinde “evanjelizm”, orta doğu ve güney doğu asya ülkelerinde “siyasi islamclığı da kullanarak, kendisine yeni bir savaş konsepti belirlemiştir. Bu konsepte göre çok mecbur kalmadıkça ordusuyla birebir çatışmaya girmemektedir. Bu gün ABD “kara gücüm” dediği bazı Kürt gruplarla, bölgede İsrail gibi bir devletleşmeye gitmek istemektedir. Ama aynı ABD bunun tam tersi, siyasal İslamcı grupları, Kürt gruplara karşı desteklemektedir.

  • Siyasal İslamcıların yayılma ve örgütlenme yöntemleri : Hemen hemen tüm siyasal İslamcı tarikat ve gruplar, yayılmak ve örgütsel yapısını ayakta tutmak için “kendi içinde üreme” hiyerarşisini uygularlar. Bu taktiklerin en başında gelen uygulamalardan birisidir. Bu taktiğe göre; tarikatın, grubun yönetici ya da ileri gelenleri grup içinde kimin, kimle evleneceğini belirlerler. İnsanların belki de yaşamında ki bu önemli sosyal olayı bile mensup oldukları dini tarikat ve grupların ileri gelenleri belirlemektedir. Bu doğrultuda, dini tarikat ve grupların bir ferdi şeklinde hareket eden insanlar, ruhsal yıkım ve çöküntülere sürüklenmektedir. Çünkü kişilerin hayvanlar aleminde olduğu gibi bir doğaçlama, doğal seleksiyon seçilimle birbirlerini bulması ve beğenmesi yerine, bunun tepeden inme, buyruk bir şekilde yapılması, bu cehalet, karanlık uygulamanın nesiller boyu devam etmesi, hep birbirine benzeyen, fizyonomisi, akli melekeleri ve görünüşü sorunlu, doğaya aykırı ve sağlıksız nesillerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Aşağıda görüldüğü gibi…


Daha korkunç olan şudur ; bu din maalesef, bu haliyle daha çok orta doğu ve  Dünya’nın 3.Dünya diye tabir edilen geri ve çok yoksul bölgelerinde etkin olduğundan, yoksulluğun vermiş olduğu besin yetersizliği, hastalıklar, moral çöküntüsü v.s. gibi nedenlerden genetik yapısı iyice bozulup, fiziksel ve ruhsal olarak niteliksiz hale gelen insan kitlelerinin nüfusunun bu olumsuz şartlarda bile tam tersine artmasına neden olmaktadır. Bunun en yakın örneği medyamızda yalan ve abartılı haberlerle önümüze servis edilen Suriye iç savaşı ( Suriyeli mülteciler ) ve Burma isimli ülkede olup bitenlerdir. Burma da “Arakan” denilen bölgede ki Müslümanların durumundan başlayalım.
1.ARAKAN                                                          2.BANGLADEŞ TRENLERİ
aaa5ba09a407152d818f0c05462 bbbbmaxresdefault_Fotor_Collage.jpg

Medya da Arakan Müslümanları denilen topluluk, İslam inançlarının kesinliği, uzlaşmazlığı ve yayılmacı karakteristiğinden dolayı, bin yıllardır bölgenin yerlisi olan Budist inançlara sahip kurucu unsurlarla anlaşamamış, onları kendi inançlarına benzetmek için başka Müslüman devletlerin ( ve bölgede çıkarı olan Müslüman olmayan devletlerin ) desteği ve olayları kışkırtmasıyla bildiğimiz dramatik olaylar meydana gelmiştir. Elbette ki  masum insanların öldürülmesi ve göç ettirilmesi çok feci ve insanlık dışıdır. Ama olayların kökeninde bu uzlaşmaz, kendini bir türlü reform ve revizeden geçiremeyen gerici ve cehalet dolu inançlar mevcuttur. Bunu kabul etmek çok acı olabilir. Ama bunu görmeleri lazım. Avrupalıların 1600 lü yıllarda Sanayi devrimiyle birlikte Hıristiyanlığı bir revizeden geçirip, elini, kolunu budaması gibi aynı şeyi İslam dünyasının da yapması ve böylece  bu inançları emperyalist ülkelerin kötü emellerine alet edebilmesinin önünü kesmesi lazım.

Son olarak söyleyeceklerim,

Dünya üzerinde Müslümanların yoğun yaşadığı tüm coğrafyalarda hep bir sorun, hep bir problem, çatışma, açlık ve sefalet sorunları vardır. Geldiğimiz bilgi çağında artık bu sorunları “Hıristiyanlar, Yahudiler ya da işte Arakan da olduğu gibi “Budistler” bizleri öldürüyor, katlediyor v.s. gibi bayatlamış mazlum edebiyatı yapmak, insanları eskisi gibi etkilemiyor ve bu farkındalık giderek kitleler arasında çoğalıyor.

İnsanların ve gezegenin acılarını en azından dindirmek, eşitsizliklerin ve adaletsizliklerin değirmenine su taşıyan bu cehalet dolu ataerkil orta doğu inançlarını budamak ve etkisiz hale getirmek gereklidir..

Ne yapmak gerekir..

  • Müslümanların çatışmaya neden olan gerici düşünceleri tamamen terk etmeleri gerekmektedir. Bunlar ; “son dinin kendilerinin inancı olduğunu, bunun dışındakilerin cehennemlik olduğunu, Müslümanların dışında olanlarla cihat edilmesi gerektiğini, bunu yaparken kendilerini bulundukları toplumda “takiyye” yaparak yani gizleyerek, aynı bir virüs gibi sinsice güçlendiği anda ortaya çıkıp, bulundukları toplumun ahengini bozmaya çalışmalarını, kendilerinin “son din” dediği ama aslında yer yer Sümerik inançların, Tevrat anlatılarının ve hatta Zerdüşt dininden dahi alıntıların olduğu ataerkil inançları gereği kadınları aşağılamaları ve baskılamalarını, buna göre giyim, kuşamı metazori ile dikte etmelerini, güya Müslümanların sayısını arttırmak v.s. gibi gerici zihniyetle sadece kendi içlerinde üreme sapkınlığını….TÜM BUNLARI KAYITSIZ VE ŞARTSIZ BİR AN ÖNCE TERK ETMELERİ gerekmektedir.

Şayet bu revizasyon hızla yapılmaz ise, Dünya da olup, biten olayların sadece şu son 50 yılda ki kronolojisine bakacak olursak; fotografta gördüğünüz insanların “maalesef” diyorum, çok acıklı biçimde kitlesel ölümlerini şu ya da bu şekilde görmeye başlayacaksınız. Çünkü değişime ve gelişime hiç bir güç karşı koyamaz. Bunu size kesin olarak söyleyebilirim ki, kolay kolay hiç bir şeyde kesin ve son, “artık bu böyledir, başka türlü olamaz” türünden olaylara bakmadığım halde bunu söyleyebiliyorum. Çünkü bu insanların durumunda hiçbir gelişme, değişme ve olumlu bir durum yok. Ama tam tersi Dünya’nın bir bölümü sürekli gelişiyor ve değişiyor. Demek ki tarih ve istatistik biliminin verileri bize bu tespitleri veriyor.

Aklım ve vicdanım bana; bu çelişkilerin ve bu sistemin bir yüz yıl daha bu şekilde devam edemeyeceğini, artık bir şeylerin sınırına ve eşiğine dayandığımızı söylüyor. Kitleler son anda gerçekleri görebilir ise bu geçiş dönemi nispeten daha az sorunlu olabilir. Ancak görünen o ki, maalesef şimdilik bu mümkün görünmemekte…

Saygılarımla..

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

 

Copyright © 2009 FOR GOOD PEOPLE All rights reserved.
Converted To Blogger Template by Anshul Theme By- WooThemes