Konumuz
özünde hacimli bir kitap gerektirse de, Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana
Türkiye de sanat ve kültürün izlediği seyirleri, iniş ve çıkışları sizlere
özetlemeye çalışacağım. Öncelikle sanat ve kültürün kısaca tanımlarını yaparak
bilgilerimizi tazeleyelim.. Sanat, en genel anlamıyla yaratıcılığın ve hayal
gücünün ifadesi olarak anlaşılır. Biraz daha ayrıntılı bir tanımı; duygu,
düşünce, coşku, hayal, çizgi, renk, biçim, ses, söz, ritim gibi unsurlarla güzel,
özgün ve etkileyici biçimde ifade edilmesidir. Kültür ise daha geniş kapsamlı
bir değerler bütünüdür. Kültür, insan toplumlarının tarih boyunca ürettikleri
bütün maddi ve manevi birikimlerin tümünü kapsamaktadır. Kültür, maddi ve
manevi olmak üzere ikiye ayrılır. Maddi kültür: İnsanın doğa ile etkileşimi
sonucu ürettiği her şeydir. Manevi kültür ise insanlarının birbirleri ile olan
etkileşimi sonucunda ortaya koydukları bir değerler bütünüdür. Kültür, “milli”
niteliğe sahiptir ve her toplumun kendine özgü kültürü vardır. Konumuz çok
uzayacağından, T.C. kuruluşundan önce ki Osmanlı dönemi sanat ve kültür
konusuna girmiyoruz. Zira son dönemde kendisini Osmanlı’nın devamı sayan bir
siyasi irade mevcut ve son on beş yıldır maalesef eğitim sisteminin altını oymak
suretiyle adım adım ilerlemekte. Osmanlı döneminin çürüyen son zamanları ve bu
çürümüş yapının halen devamı olduğunu öne süren bu karanlık zihniyeti temsil
eden “Yeni Osmanlıcılık” konusuna değinmeye gerek görmüyorum. Çünkü bu konuda
akademik düzeyde çok değerli Cumhuriyetçi yazarlar gerekli cevap ve reddiyeleri
fazlasıyla vermiş durumdalar. Değerli okurlar, unutulmamalıdır ki “kültür ve
sanat”, aklı ve vicdanı hür toplumlarda gelişir. Beynini örümcek ağları
kaplamış, ruhunu emperyalist güçlere satmış kimi siyasi liderler ve onların
peşinden şuursuzca giden hipnotize olmuş, sürü psikolojisinde ki bir toplumda
sanat ve kültür gelişebilir mi? Elbette gelişemez. Bir toplumda kültür ve
sanatın gelişebilmesi için önce o toplumun özgür ve düşünebilen, sorgulayan,
kuralları asla değişmeyen dogmatik fikirleri bir kenara atması gerekmektedir.
Bu yapılmadığı müddetçe ya da bunun önüne engeller konulduğu sürece sanat ve
kültür gelişmediği gibi çürümüş sistemin içinde var olduğu iddia edilen sanat
ve kültürün giderek yozlaştığını ve tahmin bile edemeyeceğiniz çirkin noktalara
geldiğini görürsünüz. Buna en iyi örnek 1975 – 1980 arası “Yeşilçam” adı
verilen o zaman ki sözde Türk film sanayinin, Türk toplumunun kültür, örf ve
sosyal yapısına taban tabana zıt, son derece ahlak ve insanlık dışı sözde
filmler üretmesidir.
Bakınız burada şu nokta çok çok önemlidir. 1970 – 1980
yılları aynı zamanda köyden kente göçlerin çok yoğun yaşandığı, bu göçlerin
sonunda “gecekonducu / arabesk” adı verilen bir ucube gerici arkaik kültürün
ortaya çıktığını görürüz. En kısa tanımı ile bu yıllar, Devletçi, toplumcu (
solidarist / yani dayanışmacı ) üretime dayalı karma ekonomiden tamamen
sıyrılıp, kapitalist serbest piyasa ekonomisine geçişin yaşandığı yıllardır.
İşte, ekonomi ile birlikte, sanat ve kültürde çürümenin temellerinin atıldığı
yıllar, bu yıllardır. Artık kapitalist ekonomi sistemi içinde her şey alınıp,
satılan bir meta haline dönüşmüş durumdadır. Estetik kaygısı, kalite ve emeğe
karşı saygı tamamen yitirilmiş, bunların yerine en kısa zamanda yüksek kazanç
elde edilebilen son derece yozlaşmış bir sanat ve kültür anlayışı yerini
almıştır. 1970 li yıllardan itibaren gelişen ve bir kanser virüsü gibi tüm ülke
geneline yayılan “arabesk” denilen yozlaşmış, uyuşturucu bir müzik kültürü
ülkenin tüm sathına bu yıllarda yayılmıştır. Münir Nurettin Selçuk, Müzeyyen
Senar, Safiye Ayla ve bunlara benzer Türk sanat müziği icra eden çok değerli
sanatçılar gitmiş, yerlerine kaderci, ruh karartıcı, insan psikolojisini
bozduğu bilimsel olarak kanıtlanmış, son derece zararlı “arabesk müzik terörü”
ve bu terörü bilinçli ya da bilinçsiz icra eden sözde sanatçılar ortaya
çıkmıştır. Gördüğünüz gibi “çürüme” toplum hayatının her alanında kendini
göstermiştir. 1980 darbesi ve sonrasında ülke içerisinde ki sözüm ona bu
yozlaşmayı önlemek adına önce “Türk – İslam” sentezi adı verilen Dünya görüşü,
devleti yönetenlerce benimsenip, dini cemaatler ve dini cemaatlerin liderleri
her fırsatta ön plana çıkartılıp sivriltilmiş, ekonomik bakımdan tavan yaptırılmıştır.
Bu dönemde bu kez de 1970 lerde ki erotik filmler furyası yerine tam tersi
“İslami filmler ve müzikler” furyası alıp başını gitmiştir. Bu demektir ki,
toplum ilk önce büyük bir yozlaşmaya sürüklenip, sonrasında buna çözüm olarak
batı merkezli bir takım şablonik ideolojiler ve siyasal İslamcılıkla
sentezlenmiş tuhaf bir milliyetçilik servis edilmiştir. Türkiye de kültür ve
sanat alanında ki çürümenin en büyük iki nedeni : “Dogmatik inançların”
siyasilerce kullanılması ve Cumhuriyetin kuruluş ideolojisinden ve içinde
yaşadığı toplumun gerçekliğinden uzaklaşıp, “doğu/batı” sentezlemesini
yapamamış, halkı anlayamayan bir takım sözde aydınlardır”
CUMHURİYETİN
İLK YILLARINDA KÜLTÜR VE SANAT 1923 – 1938.
Cumhuriyetin
resmi olarak ilan edilip, ATATÜRK’ün vefatına kadar olan bu 15 senelik süre,
tüm alanlarda olduğu gibi kültür ve sanat alanında da adeta mucizevi
atılımların gerçekleştirildiği yıllardır. Atatürk, kültür ve sanatın gelişmesi
için ilk önce Osmanlı döneminden kalan ve hiçbir işlevi kalmayan “Sanayi-i
Nefsiye” yi , “Güzel Sanatlar Akademisine” çevirdi. Türkiye de yetişmekte olan
bir çok sanatçıyı Avrupa’nın sanat merkezlerine gönderdi. Bu gün yetenek ve
ünleri sınırlarımızı aşmış olan “Cemal Reşit Rey”, “Ulvi Cemal Erkin”, “Ahmet
Adnan Saygun” gibi müzisyenler ile İbrahim Çallı , Namık İsmail gibi
ressamlarımız hep bu dönemlerde ki Cumhuriyet sisteminin kurup, geliştirdiği
sanat kurumlarında çalışmalarını başarıyla yürüten üstün nitelikli
sanatçılarımızdır. ( Not: İlk önce makalenin başında ki rezil ve kepazelik dolu
birinci fotoğrafa bir bakın, bir de asil ve asalet timsali ATATÜRK ve o dönemde
ki o güzel, o saf insanlara bir bakın. İki fotoğrafta çok şeyler anlatıyor.
KÜLTÜR, SANAT VE SPOR ALANLARINDA AÇILAN
KURUMLAR
1922 Türk
İdman Cemiyeti kuruldu ( Ali Samiyen ), 1936 yılında “Türk Spor Kurumu’na
dönüştürüldü” 1924 yılında başkent Ankara da müzik öğretmen okulu ( Musiki
Muallim Mektebi ) ve Cumhurbaşkanlığı Filarmoni Orkestrası, 1930 da İstanbul da
“Belediye Konservatuarı” , 1935 te Ankara da “Milli Musiki Temsil Akademisi” ,
1937 de “Devlet resim ve heykel müzesi”, 1940 yılında “Tiyatro, Opera ve Bale
Eğitimi” vermek üzere “Devlet Konservatuarı” açıldı. ATATÜRK, SANATIN ÖNEMİNİ
ŞU SÖZLERİYLE AÇIKLAMIŞTIR “Bir milleti yaşatmak için bir takım temeller
gerekmektedir ve bilirsiniz ki bu temellerin en önemlilerinden biri sanattır.
Bir millet sanattan, sanatçıdan yoksunsa tam bir yaşam süremez. Böyle bir
millet, bir ayağı topal, bir kolu çolak, sakat ve illetli bir kimse gibidir.
Hatta değindiğim anlamı bu sözler dahi anlatmaya yeterli değildir. Sanatsız
kalan bir toplumun hayat damarlarından biri kopmuş olur.. SON OLARAK… Kültür ve
Sanat günümüzde Türkiye de can çekişmektedir. Özgür iradenin her geçen gün yok
olmaya yüz tuttuğu ülkemizde, kültür ve sanat adına adeta “cinayet”
işlenmektedir. Nasıl mı ? . Hukukun ve adaletin işlemediği bir ülkeye
“kapitalist-mafya” kültürü hakim olur. Buna en iyi örnek; on küsür yıldır devam
eden bir mafya dizisi ( isim vermiyorum tahmin ettiniz galiba ), her bölümü
şiddet ve ölüm dolu, haşere öldürür gibi onlarca insanın hayatına son verildiği
bu kötülük dolu dizi, henüz ruhsal ve zihinsel gelişimini yeni yeni tamamlamaya
çalışan ergenler üzerinde büyük bir bilinç altı tahribatına neden olmaktadır.
İnsanı sadece gelir getiren bir meta olarak gören bu acımasız, kalitesiz,
ruhsuz anlayış hepimizi yok etmeden onu geldiği cehenneme geri yollamalıyız. Bu
mücadelede biz CUMHURİYETÇİ’ lere büyük görev düşmektedir..
Saygılarımla
Timur Türker
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder